Fatih Sultan Mehmed, Yermük Savaşı’nın yankılarından beslenen büyük idealiyle “Üç Roma” ülküsünü şekillendirir ve gözünü Karadeniz kıyılarında hâlâ varlığını sürdüren Pontus İmparatorluğu’na diker. Ancak Pontus İmparatoru David Komnenos, Osmanlı’nın yaklaşan baskısını fark ederek çareyi Papa II. Pius’un desteğini kazanmakta arar. Bu uğurda, yüzyıllardır Sümela Manastırı’nda korunan kutsal emanetler, onun Batı’ya sunabileceği en değerli pazarlık aracı hâline gelir. Komnenos, yalnızca Batı dünyasını değil, Anadolu’daki beylikleri de yanına çekebilmek için yeni ittifakların kapısını zorlamaktadır.

Payitahtta ise Ayasofya’nın karanlık derinliklerinden çıkan gizemli bir parşömen, Sultan Mehmed’in zihnini altüst eder. Isıya maruz kaldığında beliren Aramice yazılar, geleceğe dair esrarengiz işaretler taşır. Bu sırrın çözülmesi için Mehmed, Tokatlı meşhur “Deli Lütfi”yi İstanbul’a getirtmeye karar verir. Ancak bu görev, beklenmedik bir kişiye emanet edilir: Vlad Tepeş.

Devletler arası hesapların, hanedan evliliklerinin ve gizli ittifakların kıyasıya mücadelesi yalnızca tahtın etrafında değil, sarayın en mahrem köşelerinde dahi kendini hissettirir. Tüm bu çalkantıların gölgesinde ise Fatih’i, tarihin en çetin imtihanlarından biri beklemektedir: Devletin bekasını mı seçecektir, yoksa evladının yazgısını mı?